Yaşam

Sirkadiyen ritmin şiiri

Yiğit Kerim Arslan’ın ‘Bana Hevesli’ isimli yeni şiir kitabı geçtiğimiz ay yayımlandı. Arslan şiirlerinde sone benzeri bir kalıp kullanmış ancak sone kalıbına sıkı sıkıya bağlı kalmamış, yani kalemini kısmen serbest bırakmıştır. Bu özelliği bile klasik şiiri günümüz duyarlılığıyla birleştirme çabası açısından belirleyicidir. Arslan’ın şiirlerinin söylemi çerçeve içinde, duyarlılığı kalıptan taşan bir şiir olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yiğit Kerim Arslan, şiirlerini bıçak sırtında yazan, olgun, genç bir şairdir. Bıçak sırtında olduğunu söylemiyorum, geçmişle şimdiki zaman arasındaki “sirkadiyen ritim”de yer alıyor, daha doğrusu kendine böyle bir ritim yaratıp ona uyuyor. Bu ritim, Servet-i Fünun’dan sonra Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Osman Saba, Cahit Külebi, Ahmet Muhip Dıranas gibi şairlerden ilham alarak günümüze gelmesinden, ancak bugün demirlemeyip kendi yönünü değiştirmesinden kaynaklanmaktadır. yine gelenekle yüzleşiyorum. Dolayısıyla onun geleneği bildiğini ve bundan yararlandığını iddia etmek hem yetersiz hem de yanlış olacaktır. Eğer şiir birikimini özümseyerek kendi şiirini kurarsa bunu doğrusal bir gelişme olarak görebiliriz. Ancak geçmişle günümüz arasında geniş bir çemberin içinde yer alır ve sıkıcı bir şiir yazmaz; bu döngüsel döngü içerisinde hareket eden canlı bir şiir yazar. Bu yüzden Cahit Sıtkı’nın, Cahit Külebi’nin tadını onun şiirlerinden alıyoruz, hatta Sabahattin Kudret Aksal’la akrabalık bile buluyoruz. Peki akıllara şu soru gelebilir: Şiirimizin en önemli kırılma noktalarından biri olan İkinci Yeni’ye hiç uğrar mı? Nazım tarzı ve şiir şekli açısından başarısız değildir. Ancak soyutlama gücü yüksek imgeler ve çağrışım gücü yüksek dizeler kullanması İkinci Yeni şairlerine de değindiğini gösteriyor.

Ölüm de Arslan’ın şiirsel duraklarından biridir. Cahit Sıtkı ile sadece şiirsel ritim açısından değil, tematik anlamda da kesiştikleri noktalardan biri de budur. Cahit Sıtkı, “Mezardaki güzelliğini böceklere ezberleteceğim” diyor ama Arslan, manayı genişletip derinleştiriyor: “Artık başımı yaslayamadığım bir yersin/ Ölüm dizindeki sığınağımı yıktığında.” Ancak bir başka şiirinde ölümü, genel algıya uygun olarak daha sade ve tanıdık bir dille şöyle anlatmaktadır: “Bir zamanlar sesinle açtığın kapıyı/bıçağa ve dualara sarılı/sarılmış halde mi bıraktın? Çürüyecek/geri dönmeyecek beyazlar içinde?”: Bir daha geri dönmemek üzere bir kapının arkasından dua etmek. Sonradan çürüyecek beyaz bir kefenle çıkmak.

Bana Niyet Ediyorsun, Yiğit Kerim Arslan, 56 sayfa, Mahal Yayınları, 2023.

OKYANUS’TA BİR HİKAYEMİZ YOK

Aklıma şu soru geliyor: Şiirini beslediği kaynaklar ve sadık kaldığı temalar, şairin ruhunun hangi iskelelere demirlendiğini, hem hayatından hem de şiirinden beklentilerinin neler olduğunu belirler mi? “Birimiz solmamayı başarsın/ Bir şekilde geçmiş dediğin büyümenin irini” Çizgiler oldukça güçlü, ancak geçmişi büyümenin irini olarak tanımlamak, irin şimdiki zamandan (yetişkin durumdan) geçmişe aktığını ima ediyor. Yani irin aslında geçmişte değil. Yaşlandıkça geçmiş karanlıklaşır. Sorun giderek büyüyor, yani bugün. Yani şu anda yaptığımız her şey, harcadığımız her çaba sonuçta “arazi hazırlığıma yazık olmasın” diyedir. “Bu sadece bir hırka” başlıklı şiirde bu hazırlık aşaması biraz daha anlatılır: “Merak mezarlığına sığayım diye ölçtü/ Ölümümü süslemek için kalabalığa karıştım.” . Hayat, yani bu kalabalığa karışma hali, sonuçta tek temel hakikat olan ölüme bir süstür. Zati Arslan bir başka şiirinde hayatta kalanlara sesleniyor ve onların özelliklerinin neler olduğunu soruyor. Hiçbir özelliğinin olmadığını belirtiyor. “merdiven çıkmada iyi olmak dışında”.

“Batmıyoruz, boğulmuyoruz, ne güzel/ Ama okyanusta bir hikayemiz yok.” Satırlarındaki “ne kadar güzel” sözleri bile sevinç değil, burukluk içeriyor. Okyanusta bir hikayeye sahip olamamanın acısı. Her insanın bir hikayesi olduğu ortaya çıktı. Ne okyanusta, ne denizde, ne gölde, ne de küçük bir su birikintisinde. Hikayeyi çoğaltmak insanın elindedir. Ama “Sıradan Yıldız” şiirinde, “Gözlerimi kapatmak bir gelenektir/uykudan ölüme aktarılan bir anlatıdır” Onun mısraları bize onun bir hikâye yaratmaya çalışmadığını, uykudan ölüme (doğrudan) geçiş geleneğini sürdürdüğünü gösteriyor. Aslında hikaye uyku ile ölümün ortasındadır.

Yiğit Kerim Arslan, güçlü şiirsel anlatımı ve gelişmiş çizgi yapısıyla lirik bir şiiri ustalıkla kurguluyor. Ancak gelenekten ödünç alınan ölümün bereketi ve hayatın ölümü beklemekten başka bir anlam taşımadığı algısı onun şiirini dar bir kalıba sıkıştırır. Bu desen, şiirlerin sone şeklinde yazılmasından değil, ölümü beklemekten başka çaresi olmayan genç bir ruha bir anlayışın bağlanmasından kaynaklanmaktadır. O yüzden bunlar bıçak sırtında yazılmış şiirlerdir. Bu sirkadiyen ritmi içinden çıkılmaz bir kısır döngüye dönüştürme riskini taşıyor. Şiir açısından o döngüden kurtulmak, geleneğin zenginliklerini bünyesine katmak ve yükselmek, yani merdiveni iyi tırmanabilmek demektir; Kaçamamak şiiri arzuladığı gerçekliğe yani ölüme götürebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu